TUTKUNUN TUTTURDUKLARI

TUTKUNUN TUTTURDUKLARI

TUTKUNUN TUTTURDUKLARI

“Tutkular hep üstümüze gelir” diye düşünülmüştür çoğu zaman. Türkçemizde, Eski Yunan ve Latin kökenli dillerde tutku, bizi “tutar”, “dışımızdan” bir yerlerden gelir; çaresiz kılar. Tutkular “denge”mizi bozar. Savurur bizi. Tutkuların altında kalırız. Eziliriz. Dağılırız.

Tutkular, amaçlarımızın ardından koşmamıza da hız verir. Ereklerimize bizi bağlar. Projeler, ütopyalar oluşturur.

Tutkuları bir duygu devinimi olarak belirleyen temel özelliklerden birisi de onun şiddetinin yüksekliğidir.

Bu çalışmada tutkuları bir duygu devinimi olarak ele almayacağım. Tutkuların insan yaşamında yerinin anlaşılmasında, bir insan anlayışıyla yola çıkacağım. Önce bu anlayışı açarak, tutkuların bir yöre olarak insandaki işleyişi konusunda ipuçları vermeye çalışacağım. Amacım, alışılagelen insan anlayışlarından farklı bir açıdan bakıldığında, tutkuların işleyişinde gözden kaçırdığımız kimi noktaların ortaya çıkabileceğini göstermek. “Bir yöredir insan” savından ne anladığımı, bu savın önemini vurgulamakla başlayayım.

BİR YÖREDİR İNSAN[1]

İnsan hep bir “yer” de, bir “bölge” dedir, hem mekân hem de zaman olarak. Coğrafya ve tarihin yoğurduğu bir varlıktır. Hep “şurada” diye gösterilebilen bir varlıktır. Mevcuttur, “burada”dır. “Orada” görünür, “uzakta”, “yakında”dır. Mesafelerin, alanların varlığıdır. Genişliklerin, derinliklerin, yüksekliklerin. Bir “nokta” değildir. Yeri, “alanı”, “hacmi” olmayan bir “düşünce” değildir. Kendine kapalı, “diğer varlıklarla” katı sınırları olan onların “dışında”, “üstünde”, “altında” bir “nesne” de değildir.

İnsan bir olanaklar varlığıdır. Belirlenmişlikleri içinde olanakları olan bir varlıktır. Onu metafor düzeyinde anlatmanın yollarından biri, onun “yöre” olma özelliğini vurgulamaktır. Bir yörede değildir yalnız, bir yöredir. Bir çevrede değildir yalnız, bir çevredir. İnsan, birey olarak derisiyle sınırlı bir varlık değildir.

 

 

İnsan genişlikleri, uçsuz bucaksızlıkları taşır. İnsan içinde yer aldığı evreni çevreler. Ona çevre katar. Onda çevre yaratır. Onu çevreler. Onu dönüştürür, çevreleyerek.[2] İnsan kendini çevreler. İnsan “kapsayan” bir varlıktır. İçerdiği, ihtiva ettiği içeriği, muhtevası vardır.

           Çevrelediği alanın i ve dışı vardır. İç ve dış ilişkisi alışılagelen Öklidgil bir geometrik gözlükle anlaşılamaz. Bir yöre olan insanın içinde dışı, dışında içi bulunabilir. Bu açıdan onda, yörede, en azından dört ayrı bölge seçebiliriz: 1. İçteki İç 2. İçteki Dış 3. Dıştaki İç 4. Dıştaki Dış.

İnsan ilk üç alanı yaşar, dördüncüsü ise onun için bilinemez, yaşanamazdır. Diğer insanlarla çoğunlukla 2. ve 3. alanları paylaşır.

İçteki dışı, Batı Düşüncesinde bir bölük düşünürlerce dünyanın, olguların tasarımlandığı (“represent”) zihin olarak anlaşılmıştır. İçteki dışımız, “dışımızdaki” dünya hakkında düşünce ve düşlerimizin “yaşadığı” yöremizin bir “bölgesi”dir. Dıştaki iç ise iç dünyamızı yansıttığımız dünyadır. Kültür dünyası, böyle bir dünyadır. Toplumların efsanelerinde, dinsel inançlarında, sanatlarında, günlük yaşamlarında olan dıştaki içleridir. Bireysel olarak dıştaki içler arasında farklılıklar olabilir. Zaman zaman ortak dıştaki içe ters düşen, yansıtmalar (“projection”) gerçekleşebilir. Gerçekliğin tümüyle içimizden bağımsız olduğunu düşünmek, bir dönem felsefeye egemen olmuş bir görüştü. İçimizin katılmadığı, paylaşmadığı bir gerçeklik olanaklı değildir. Her yaşantıda “iç” vardır. Farkına vardığımız içte hep “dış” vardır. İçteki iç ile dıştaki dış arasında bir bağlantı olduğunu düşünen “mistik okullar”dan söz edilebilir. Bu yazımda, yeri geldikçe açmaya çalışacağım bu kavramların ayrıntılı tartışılmasını başka yazılarıma bırakıyorum.

“Yöre” kavramı hem tek tek bireyler hem de toplumlar için kullanılabileceği gibi “genel olarak insan” için de dile getirilebilir. Her yöre, birey ya da toplum olarak düşünüldüğünde, diğer yörelerle birlikte yaşar. Onlarla etkileşir. Yöreler arasında dolay adını verdiğim bölgeler vardır. Dolayda dolaşır yöreler. Dolayda doğa nesneleri, kültür nesneleri ve insanlar bulunur. Yöreler birbirleriyle dolay üzerinden etkileşirler. Dolay bir anlamda yöreler arası etkileşim kanallarını taşır.

Dünya dolay ve yörelerden oluşur. Hayatta kalma çabasıyla yürüyen süreçlerin olduğu, günlük, “sıradan yaşam”ın sürdüğü dünyaya olağan dünya diyebiliriz. Olağan dünyanın alışılagelen beklentilerinin dışına çıkıldığında, beklenmedik sürprizlerin, travmaların, felaketlerin dünyasına olağan dışı dünya diyebiliriz. Dünya üzerinde yorumların, araştırmaların yapıldığı sanat, din, bilim etkinliklerinin, düşüncelerin, duyguların, mucizelerin yaşandığı dünya ise olağan üstü dünyadır. Bu yazı çerçevesinde bir de olağan ötesi dünyadan söz etmeliyim. Bu dünya yörenin kendini öteleyebildiği bir dünyadır. Öteleme kavramını ileride açmak üzere şimdilik, bir anlamıyla öteleyeyim. Bu dört farklı yaşanışıyla dört ayrı dünya görüntüsü tek bir dünyanın farklı yüzlerinin görüntüleridir. Tutku yaşantısı bizi dünyanın farklı yüzlerini yaşamaya götürebilir. Göreceğiz.

Her yöre, etkiler alanıdır. Yöre, kendisini oluşturan yapıtaşlarıyla içinde ve dışında devingenlik hâlindedir. Devinimler taşır, devinimler yapar; devinimler alır, devinimler verir. Hiçbir yöre, etkileşimden bağımsız olamaz. Onu sürekli devinimler, devingenlikler alanı kılan sahip olduğu erke (enerji) dir. Erke taşıdığı için bu dünyada yaşıyordur; etkileniyor, etkiliyor, erke alıyor, erke veriyordur. Erkeden yoksun kalınca, yöre ölür.

Yöre üç temel yapıtaşı üstünde can bulur: beden, duygu, düşünme yetisi. Yörenin bu üç öğesi yoğun etkileşim hâlindedirler. Bedeniyle duyar, yöre. Ona erke bedeninden gelir. Beden, yörenin devingenliğini besleyen enerji kaynağıdır. Beden ölürse yörenin bu dünyadaki mevcudiyetini sağlayan erkesi tükenir. Bedenin işlevini yerine getirememesi yöreyi, öğelerini etkiler. Benzer biçimde, duygu öğesindeki sorun, düşünme yetisindeki özür, yörenin tüm öğelerinin işleyişini şu ya da bu biçimde belirler.

Yörenin öğelerine yurt denir. Beden bir yurttur, örneğin. Yörenin generator’u erke kaynağıdır. Beden yurdu, erkesini duygu yurduna, düşünme yetisi yurduna yayar. Her yurdun temelde bedenden beslenen erkeleri vardır. Beden erkesi, duygu erkesi ile etkileşir. Duygu fırtınalarında örneğin, beden, değişimler yaşar. Yörenin bu üç temel yurdu arasında ve birazdan dile getireceğim yurtlar arasındaki etkileşimde bir erk mücadelesi olduğundan söz edebiliriz. Örneğin, yalnız üç temel yurt arasındaki mücadelede, beden, duygu ve düşünme yetisine egemen olabilir. Düşünme yetisi güçlü olan yörelerde zaman zaman diğer yurtların ona boyun eğebildiğini söyleyebiliriz. Yöredeki yurtlar arasında çatışma olabildiği gibi işbirliği, uzlaşım da gerçekleşebilir. “İçinde fırtına kopan” insanlar yurtlar arasındaki çatışmalardan, bir yurdun çalışmasındaki özür ve eksiklerden dolayı yöre devinimi sorunlu insanlardır.

Yöre, bir hareket alanıdır. Yurtlar orada dolaşır, erkelerini yayarak erk kazanmak isteyebilir. Yörenin dolayından gelen etkilerle erkelerinde değişiklikler yaşarlar. Yurtlar, yörede yurt tutmak isterler.

Yöre beden, duygu, düşünme yetisinin yanında güç adını verdiğim yurda da sahiptir. Güç,yörenin iç ve dıştan gelen yok edici, işleyişi bozucu etkilere karşı direnmesi, kendi varlığını koruyabilmesi için gerekli yurttur. Direnme, atılım, üretim, yaratma çabalarında yörenin koruyucusu, devindiricisidir. Yöredeki erkeyi düzenler; değişim durumlarında, ruhsal ve bedensel travmalarda, ahengi, bütünlüğü korumaya çalışır. Klasik felsefede “irade”, “isteme”, “istenç” gibi sözcüklerle dile getirdiğimiz kavrama yakındır.

Gücün yurt tutabilmesi, yörenin kararlarında, yaşam zorluklarıyla karşılaşmasında daha az sıkıntı yaşaması anlamına gelir.

Yöre, görüş kaynağıdır. Düşünme yetisinin, güç ile işbirliği ederek gücün desteğinde kendini gösterebildiğinde, eskilerin “basiret” dediği görüş yetimiz, görüş gücümüz sağlıklı bir biçimde ortaya çıkar.  Görüş yetisinin zayıflığı, düşünme yetimizin, gücümüzün gerektiği gibi işlemesine karşın, yörenin kendi içindeki devinimini bozduğu gibi, diğer yörelerle olan ilişkilerini de zedeler. İçini, “iç görü”sünü destekleyecek görüşten yoksun olduğu için göremez. Bilgiyle donanmış düşünme yetisinin, görüşün katkısı olmadan yöreyi aldanmalardan, “yanlış”lardan kurtarması zordur. Güç yurdunun, görüş yurduyla yörede yurt tutması, etkin olması, yörenin tehlikelerle baş edebilme olanağına kavuşması anlamına gelebilir.

İnsan çoğu kez yöre olduğunu unutuyor. Bir “alan” olduğunu, içinde yurtlar taşıdığını fark edemiyor. İçinde hareket alanı olduğunu, bir genişliğe sahip olduğunu anlayamıyor. Yeti diye bildiğimiz özelliklerimizden “yurt” diye söz edebileceğimizi gözden kaçırıyor. İnsana yöre olarak bakışımız tutkulara nasıl bir bakış olanağı açacak, acaba? Göreceğiz.

Araya girip bu yorumumuzun ardından kaldığımız yerden devam edelim.

Yörenin dikkat çekici öğelerinden biri de havadır. Hava kavramıyla en azından üç farklı yapıyı kastediyorum. Bir yörenin havası onun “içinde” bulunduğu, düşünsel ortam içerir. Hava, ortamla birlikte psikolojik, sosyolojik, kültürel, doğal… çevreyi de kapsar.

Ortam ve çevre, düşünsel ve bir anlamda psikolojik ve maddi dolayını oluşturur, yörenin. Ortam ve çevre yöre tarafından durumlar olarak yaşanır. Yöre “içinde” ve “dışında” havayı taşır. Hava tek yöreye aittir, diğer yörelerle paylaşılabildiğinde buna iklim diyebiliriz. Yöre, havadan etkilenir, havayı etkiler; karşılıklı etkileşim iklim için de söz konusudur.

Yöre, her zaman bir tavır içindedir. Havasına, yurtlarına, diğer yörelere karşı bir duruşu vardır. Tavır da yörenin bir yurdudur. Tavır, yöredeki yurtları, yurtlar arasındaki ilişkileri etkiler. Yurtların birbirlerine, diğer yurtlara, dünyaya karşı duruşları, tavır yurdunun oluşumunda belirleyici rol oynar. Elbette yöre üzerindeki iç ve dış etkilerin de tavrın oluşumunda katkılarını unutmamak gerek.

Yörenin bir eylem (praksis) merkezi olduğunu, tavırla eylemin arasındaki bağı göz önüne alarak söyleyebiliriz. Eylem, yöreler arası âhlak alanının, bir başka deyişle âhlak dolayının bir kavramıdır. Yörenin bir yurdu olarak eylem, birlikte yaşamak etkinliğinde, ardında tavrı da taşıyan, yöreler arası edimlerden, yapıp etmelerden oluşur.

Yine, yöre, havasıyla var olmaya, hayatta kalmaya çalıştığı dünyada bir üretim edimi (poiêsis) merkezidir. Üretim edimi ile kültürünü, teknolojisini, sanatını, bilimini kurmaya çalışır.

Toparlarsak, yöre, beden, duygu, düşünme yetisi temel yurtlarının desteğinde güç, görüş, hava, tavır, eylem ve üretim edimi yurtlarından oluşur. Sağlıklı bir yörenin yurtlarının farkında olması gerekir. Yurtlarında bir anlamıyla yaşaması, onların işlevlerinin, aralarındaki ilişkilerinin ayırtında olması beklenir. Yöresinin hakkını veren, yöre duyarlı insanlar, kendi yörelerinde dolaşma isteği ve gücüne sahiptirler. Yurtlar arası ilişkiyi anlayıp, içinden ve dışından gelen etkileri fark etmeye çabalayarak yaşarlar.

Yörenin öğelerine neden yurt adını veriyorum? Yurt bir “oturma”, “bulunma” açıklığıdır (Türkçedeki “çadır” anlamını unutmayalım!).  Her öğe bir açıklık, bir alandır. Yurtlar birbirlerinin içine geçebilirler. Birbirlerinde oturabilirler. Örneğin ahlâk alanındaki eylem yurdunda güç yurdu, görüş yurdu oturabilir. Her yurt yer kaplar, hareket eder, sahip oldukları erke ile karşılıklı etkileşim içinde olabilir. Yurtlar “erk”, iktidar eğilimli olabilirler. Zaman zaman beden ya da duygu yöreyi ele geçirmeye çalışır, örneğin. Bir yurdun oluşumunda her zaman diğer yurtların, yöre içindeki diğer etkilerin payı vardır. Yurtların hareketleri yörenin alanı ile sınırlıdır. Yörenin tarihi yurtların hareketlerini belirler. Yörede örneğin, beden, duygu, düşünme yetisi gibi yurtları etkisi altına alan yurt, havadır. Çevre, ortam ve durumdan oluşan hava yurdu, eylem, tavır ve üretim edimi yurtları üzerinde de etkinliğini gösterir.

Yörenin yurtsal yapısını iki önemli yurdu kısaca tanıtarak tamamlayabiliriz (Yurtların sayısı sabit değildir. Yöre üzerindeki etkilerle yeni yurtlar oluşabilir, kimi yurtlar işlevlerini yitirebilir!)

Şiirleme yurdu, alışılagelen anlamıyla estetik duyarlığın kaynağıdır. Olağan, alışılagelmiş, anlaşılmadan kopya çekilerek yaşanmakta olan hayatı aşmamızda önemli bir atılım kaynağıdır. Şiirleme, yalnızca sanatla değil, ahlâk alanında, yaşama biçimimizde, yörenin öteleme gücünü sağlayan yurttur. Görüş ve güç yurtlarıyla etkileşip iş birliği yapabildiğinde, üretim yurdunun katkısıyla da, yaratıcı süreçleri başlatıp ortaya yaratıcı ürünler koyabilir.

Bağlanma yurdu, Eski Yunanlının “pistis” sözüyle karşıladığı inanma, güvenme süreçlerini gerçekleştirir. İnsan inanan, bağlanan bir yöredir. Bağlanma yurdunun yöreye egemenliği, tavır yurdunu dogmatik kılar. Düşünme yetisini zedeleyebilir. Diğer yurtlarla iş birliği içinde gerçekleşirse yöreyi boşluğa düşmekten kurtarır.

Yurtların yörede belli işlevleri vardır. Bu işlevleri yerine getirirken diğer yurtlarla eş güdüm hâlinde çalışırlar (çatışabilirlerde!) Örneğin duygu yurdunun düşünme yetisi ve bedenle öncelikli olarak bir arada çalışması söz konusudur. Yöre, yurtların toplamından fazladır. Yöre, bir bütünlük olarak yurtların işleyişini etkileyip düzenleyebilir. Bu düzenleme işi, belli bir yurdun işi değildir. Yurtlar arası yöresel düzen, yörenin bütünselliğince sağlanır. Yörede, deyim yerindeyse, hiçbir yurt “kral” değildir. Yöre, bir merkezden yönetilemez. (Yüzyıllarca “aklın, bu yazıdaki yaklaşık karşılığı ile düşünme yetisinin, insan ruhunun yöneticisi olduğu birçok düşünür tarafından savunula gelmiştir!). Havanın (çevrenin, ortamın, durumun, yaşandığı kültürün, kültürün içinde bulunduğu çağın!) etkisiyle insan yöre olduğunu anlayamamış, belli yurtları kendine “efendi” kılmıştır. Düşünme yetisi, bağlanma (imân, inanma!) bu efendilerden iki örnektir.

Yöre, dünyada var olmaya çabalar. Olağan dünyanın koşulları içinde hayata tutunmaya çalışır, bedenini beslemek, türünü sürdürmek için uğraşır. Olağanüstü dünyada sanatı, bilimi, inanç düzenlerini, düşünce ürünlerini oluşturur. Bu çabasında, yöre yönelen bir varlık olarak ortaya çıkar. Yönelme hem zaman hem mekân içinde olur. Kendine yaşam alanı bulmak, kurmak için mekânda dolaşır. Göç eder. Hareket eder. Yörenin yönü vardır. Zamanda, geçmişten geleceğe doğru projeler yapar, umutlar taşır, beklentileri vardır.

Yörenin yönelmeleri, günlük dille dile getirildiği biçimiyle arzular, istekler olarak ortaya çıkabilir. Kendini var kılmak için, yörenin erkeye (enerjiye) gereksinimi vardır. Yöre, sürekli erke akışının olduğu bir yapıdır. Erke yörenin “içinde” ve “dışında” akışını sürdürür.

Yörenin erke düzeyinin yüksekliği onu hareketli ve etkin kılabilir; bu erke yüksekliği yurtlar tarafından “gerektiği biçimde” değerlendirilebilirse. Yörenin sahip olduğu yönelme özelliği, yurtlarda da vardır. Beden, duygu, düşünce, eylem, üretime edimi, tavır… yönelirler. İşte tam bu noktada tutkuların işleyişini açabiliriz.

 

TUTKULAR

Tutku, bir “duygu” olarak anlaşılmış çoğu zaman. Üzerimize gelen, altında ezildiğimiz, gözümüzü kör eden bir çılgınlık. Bir hırs, intikam, iktidar, ün… hırsı.

Örneğin, bu konuda kısaca Kant’ın değerlendirmesine göz attığımızda benzer yargılamayı görürüz. Tutkunun aklı dinlememesi, onu rahatsız etmişe benziyor.

Kant’a göre tutkular (Leidenschaften) aklın kullanımını engeller. Seçimler yapabilmesini ortadan kaldırır. Çok baskın özellikleri vardır. Tutkunun bu güçlü yanını geleneksel bir terimle adlandırıyor, Kant: Passio Animi. En sakin akıl yürütmeyle birlikte gidebilir, şiddetli tutkular. Aklın işleyişinden kaynaklanabilir. Herhangi bir duygulanım (Affekt) gibi gelip geçici fırtınalara benzemezler. Bir büyülenmedir (Bezauberung) tutkuyu yaşamak. Özgürlüğe zarar verir. Gelişmeyi reddeder. Bir hastalıktır (Krankheit). Bir bağımlılık (Sucht), bir çeşit deliliktir. Saplantıdır. Şifası yoktur. Bir yönelim ele geçirir insanı ve diğer yönelimlere kapar. [3]

Kant’ın akıl odaklı bakışının ışığında, tutkuları bir yöre olan insanın yaşantısı olarak anlamaya çalışalım.

Tutku bir tertibattır! Neye karşı bir tertibat? Hedefe karşı. Yönelmemizin ereğine, amacına karşı. Yöresel bir düzen, bu düzende oluşan süreçler bütünüdür.

Bir yönelme tarzıdır. Yöredeki erkenin çok güçlü olduğu, hedefe doğru bir anlamda kitlendiği söylenebilir. Erkenin şiddet ölçüsündeki yüksekliği, tutkuyu yaşayanda bir anlamda körlük yaratır. Kör, şiddetli, sürekli bir yaşantıdır. İnsanı zaman zaman âciz bırakır. Ne açıdan? Yurtlar arasındaki iş birliği, eş güdüm, haberleşme sarsıntıya uğrar. Örneğin, bir tutku olarak aşkı alalım.[4] Aşk, görüş yurdunu dıştalar, düşünme yetisinin seçenekli düşünmesini engeller. Beden yurdunun dürtülerine kendini açar, bağlanma yurdundan sürekli yararlanır. Güç sadece hedefe kavuşmak için kullanılır. Dar bakışlılık bir anlamda “körlük” onu doğrudan hedefe yöneltir.

Yöre, bir benzetmeyle söylemek gerekirse bir erke (enerji) deryasıdır. Bedenden alınan fiziksel enerji yörede yoğrulur, biçimlendirilir, dönüştürülür. Yöre, fiziksel kaynaklı bu enerjiyi mânâ ile yoğurur. Yöre olmak, alışılmış deyimle insan olmak demek mânâ taşıyan erkeye sahip olmak demektir, bir anlamıyla. Yurtlar, bu mânâ yüklü erke deryasında “yüzerler”.

Tutku, yörenin bir hedefi “gözeterek” yüksek ve yoğun bir erke akışı içinde, hedefe “ısrarla” yönelişidir. Yöre, yönelen bir varlıktır. Bir anlamıyla “teleolojik” bir varlıktır. Yörenin yurtlarının da bu yönelişten etkilendiği, onların da yöre deryasında bir anlamıyla yönelmeler içinde olduğunu söyleyebiliriz.

Hedef, yörenin “dışında” ya da “içinde” olabilir (Bu kavramların birbirinden ayrılmasında, alışılagelmiş topolojik düşünce ile zorluklar olduğunu söyleyebiliriz!).

Tutku, yöre “dışındaki dışını” yaşayamayacağına göre hedef üç “bölge”de bulunur: 1. Dıştaki içte. 2. İçteki dışta. 3. İçteki içte.

1.ve 2. bölgeler hava yurdunun etki alanındadır. Dışımızı, içimizin etkisiyle görürüz, içimizi de dışımızın etkisiyle. Bu durum bizi, “gerçekliğe” kapamaz: Alışılagelen deyimle nesnel hakikat, öznel katkı olmadan bilinmez. Bunu bir yorumuyla Kant, vurgulamıştı. Ne içimizin ne de dışımızın “egemeni” değiliz. Yönelme “dışa doğru” olduğunda, hava yurdunun etkisiyle, içimizde-dışımızdaki çevrenin, ortamın, durumun içinde hedefi buluruz. Bu hedef, bir toplumsal konum olabilir; güç, iktidar tutkusu, ün tutkusu gibi. Bir insan olabilir, onu bir “intikam”, bir “sevgi”, “aşk”, “dostluk” hedefi olarak alabilir, tutku. Bir “değer”in ardına düşebilir, “iyi”ye, “güzel”e ulaşmaya çalışabilir, örneğin. Bir yaşam biçimine kavuşma, tutkuyla istenebilir; örneğin bir sporcu gibi, rahip gibi, bir hekim ya da akademisyen gibi yaşamak. Tutku, “hakikat” aşkı olarak ortaya çıkabilir.

 Hedefsiz tutku olabilir mi? Olamaz. Tutku ısrarlı, “kısa” olmayan, bir süre boyunca hedef olarak görülene yönelir. Bu yöneliş, hedefe ulaşma ile sona ermeyebilir. Tutkunluk olan tutkuda hep hasret, hep kavuşamama vardır. Belki de tutkunlukda, kavuşamamak için hedefe yönelinir. Bu konuyu ileride biraz daha açamaya çalışacağım.

Tutku yaşantısında, yörede, yörenin yurtlarında neler olur? Daha önce saydığımız yurtlar açısından tutku yaşantısında yurtların durumunu kısa imâlarla görelim:

  1. Görüş yurdu, ufkunu daraltır. Yörenin diğer yurtlarını, belleğini, bilgisini belli bir açıdan yöreye sunar. Görüş ufku daralmış, belli bir açıya sıkıştırılmıştır.

Yörede yoğun erke ile yaşanan tutku, görüşün mânâ ufkunu açar! Daralan görüş ufku, mânâ rengiyle boyanır. Tutku, içinde “nihilistik” eğilimleri barındırmaz. Tutku, taşıdığı erkedeki mânâ yükünü canlandırır. Yöre, mânâ yüklü erkedir demiştik. Görüş, tutku yaşantısında mânâyı diriltir, koyulaştırır. Tutkuyla yaşıyorsak aşkı, örneğin, hem sevgilimiz hem aşkımız “koyu” bir mânâ rengine boyanmıştır. Dolayımız, kendimiz, dünya “farklı” görülür artık. “Bakış ışığımız” değişmiştir. Görüş bize farklı gerçekliğin kapılarını açar. Yalnız tutkuyla yaşanan aşkta değil, örneğin “kumar” tutkusunda da dünya artık tutku öncesi dünya değildir.

Yörenin “gözü” olan görüş yurdu, mânâyı “şiddetle” dayar gerçekliğe.

  1. Güç yurdu, yüksek bir verimlilikle çalışmaktadır, tutkuda. Kararlar şaşmaz, hedefe yönelen “irade” gücü yüksektir. Yöre, gücün sağladığı kararlılık erkesiyle hedefe “ödün vermez” bir biçimde yürümektedir. Eski Yunanlının “eros”u, bizim kültürümüzün “şevk”i iş başındadır. Tutku güçsüzlükle yaşanmaz. İnsanı güçsüz hâle getirebilir ama yaşanırken güç ile yaşanır.
  2. Bağlanma yurdu, tutku yaşantısını sürekli kılar. Geçici heveslerin adı değildir, tutku. Anlık değildir.
  3. Düşünme yetisi hedefe odaklanmıştır. Akıl yürütmeler, bu odaklanmanın çevresinde döner. Tutarsızlıklar, belirsizlikler hedef söz konusu olunca “tutarlı” hâle getirilmeye çalışılır. Bu yeti, tutkunun emrine verilmiştir, onu çizdiği çerçeve içinde, onun belirlediği kurallarla düşünülecektir.
  4. Hava yurdu, hedefi taşır. Görüşün rengi ile yöreye sunar hedefi.
  5. Beden, yörenin temel taşıyıcısı, temel yurdu, ana yurdu olarak tutkuya erke (enerji) sağlar. Tutkudaki erke akışı bedeni etkiler, sarsar.
  6. Şiirleme yurdu yörenin tutku ile ötelenmesine yardımcı olur. Bu durumu birazdan açacağım.
  7. Duygu yurdu sarsılır. Benzetmeli bir dille söylersek fırtınalar, hortumlar, depremler, yangınlar, seller, yanardağ patlamaları yaşar. Acıları, sevinçleri, hüzünleri olanca yoğunluğuyla yaşar.
  8. Tavır yurdu, artık “olağan dünya” dünya tavrından vazgeçmiştir. Gerçekliğe olan tavır da dönüşümler yaşanır.
  9. Eylem yurdu, insanlarla olan ilişkilerimizde değişiklikler yaratır.
  10. Üretim edimi harekete geçebilir. Tutkuda yaratıcılık artabilir, azalabilir de. Tutkunun nasıl yaşandığına, hedefinin ne olduğuna bağlı olarak, üretim değişiklikler  gösterebilir.

            “‘Tutkular’”, demiştik, yazımızın girişinde “’hep üzerimize gelir’” “’diye             düşünülmüştür.’”  Tutkuların bir bölümü üzerimize gelir. Yöre, tutkuya mâruz kalır. O hedefe gitmez, hedef ona gelir. Ona çarpar. Hedefe kendini kaptırır. Hedef üstüne gelir ve deyim yerindeyse onu “boğar”. Yöre sarsılır. Görüşü kısılır. Hedefe kendini kilitleyen şiddetli erkesi ile hedefe yönelişinde ısrar sürer. Yörenin yurtları tutku erkesi ile ele geçirilmeye başlar. Düşünce yetisi tek bir noktaya, hedefe odaklanır. Duygu yurdu felâketler, deyim yerindeyse âfetler yaşar.  Yöre, tutkunun baskısı altında özerkliğini yitirir. Beden, tutku erkesinin sarsıntılarına uğrar. Başımıza gelen, uğradığımız, kendimizi kaptırdığımız tutku, yörenin yaşadığı bir darbedir. Tutku vurur. Örseler.

           Peki, üstüne gittiğimiz tutku var mıdır? Bir tutkuyu yaşamayı planlayabilir miyiz? Tutku olarak yaşanan aşk, örneğin, önceden kararlaştırılabilir mi?  

           Bu sorunun yanıtını araştırmadan önce, “hangi yöreler tutku yaşamaya yatkındır?” sorusuna yanıt arayalım.

           Her yöre tutkuya açık değildir. Hedefe kilitlenerek, erkesini uzun süre yönlendirebilecek yöre, öncelikle erkesinin kaynağını oluşturan uygun bir bedene sahip olmalıdır. Beden yurdunun nöro-fizyolojik ve genetik yapısı, hedef duyarlığını ve erke yoğunlaşmasını sağlayacak bir özellik taşıması gerekiyor. Tutkuya antenleri açık olanların duygusal duyarlılıkları da hedefe açık olmalıdır. Hedefin albenisine kapılabilme, kendimizi hedefe bırakabilme, beden ve duygu yörelerinin uygunluğunun yanında, hedef odaklı, “at gözlüğüyle” kolayca yoğunlaşabilen bir düşünme yetisine sahip olmamızı gerektirir.

           Yörenin güç yurdu da tutku yatkınlığında çok önemli yer tutar. Erkenin derlenip, toparlanarak, uzun süreli hedefe yönlendirmesi “güç” gerektirir. Burada güç yurdu, hem erkeyi hem düşünme yetisini ve bedeni örgütler; yörenin karar almasında etkili olur. Güç, yönelmenin sürekliliğini sağlayarak tutkunun oluşumuna katkıda bulunur. Bu açıdan, günlük dildeki yorumlanışıyla “tutkuyu yaşamak güç ister” diyebiliriz!

           Gücün tutkuya süreklilik sağlaması bağlanma yurduyla işbirliği yapmasına bağlıdır. Yöremizdeki bağlanma yurdu bizde aidiyet duyguları uyandırır, yaşadığımız çevre ve ortamda kendimizi güven(trust), emniyet(security) içinde duymamızı sağlar. Tutku yaşantısında ise, bağlanma, hedefe sıkı sıkıya tutunma işlevini görür.

           Yörenin tutkuya açık oluşunda görüşün “tutku dostu” olması gerekir. Derin ve yoğun tutkular, insandan bedenini, düşünme yetisini, (irade)gücünü, bağlanma yatkınlığını istediği gibi, kolaylıkla biçimlendirip, yoğuracakları görüş özelliği de talep ederler. Görüş, düşünmenin, algılamanın, yorumlamanın ufkunu, işleyişini etkiler. “Kaptırıveren”, kapana kısılıveren, bulunduğu yolda, baktığı açıda, ödünsüz sebat gösteren görüş, tutku fırtınalarına açık demektir. Tutkunun amansız dalgaları, tutkuya düşman olan bir görüşün kurmaya çabaladığı dalgakıranlarda ortadan kalkar. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu dalga kırana “akıl” dalgakıranı demiyoruz. Akıl diye yüzyıllardan beri bilinen yeti, bizim yöre anlayışımızda değişik yurtlardan oluşmuş bir bileşik(mürekkep) yapıdır.[5] 

           Görüş, yöre erkine mânâ katar. Tutku mânâ ile yaşanır. Hedefe uygun dönüşümler gerçekleştirebilecek mânâ zemini, görüşün tutkuya izin vermesini sağlar. Örneğin, şiiri tutkuyla yaşayabilecek bir şair adayının şiire bakışında onu her şeyin üstünde görebilecek görüşe sahip olması, bu görüş gücünün de, şiire alışılageldiğimiz olağan dünyadaki anlamından farklı anlamlar verebilecek bir mânâ zeminine dayanması gerekir. Görüşün mânâ ufku, mânâ zeminindeki hareketliliğe bağlı olarak, verilen anlamı tutup, kapanmasıyla; uygun hedef ve erke akışı içindeki tutku, olanca şiddetiyle yaşanır olur.

           Tutkular, olağan dünyanın dışındaki hedeflere yönelmişse, orada şiirleme yurdu işe karışır. Doğrusu, olağanın dışındaki dünyalara yöreyi çeken, onlardaki albeniyi yörenin keşfetmesini olanaklı kılan, şiirleme yurdunuın etkin çalışmasıdır.

           Şiirleme yurdunun etkin durumda bulunuşu, diğer yurtların da etkisiyle, kimi tutkuların yoğun biçimde yaşanmasını sağlayabilir.

           Tutku yatkınlığı konusunda şimdilik bu kadar imâ yetebilir. Kısaca, özellikle, beden, duygu, düşünme yetisi, güç, bağlanma, görüş, şiirleme yurtlarının hazır olduğu bir yörenin tutkuya yatkınlığı vardır, diyebiliriz. Bu arada yaşanan çevreyi, ortamı, durumu içeren hava yöresinin de “tutku doğurucu” özellikler içermesi beklenir. Havaya rağmen, tutkular yaşanabilir: Hava tutkuları yasaklayabilir, onlara ket vurup, üzerlerinde baskı kurmaya çalışabilir.[6]

           Bu konuya girmeden önceki sorumuzu hatırlayalım: Üstüne gittiğimiz tutkular var mıdır? Belli çekincelerle yanıtımız “evet”tir. Tutkular yörede oluştuktan sonra, onlara bir açıdan, bir ölçüde müdahale edilebilir! Nasıl? Görelim.

 

                         TUTKU YÖNETİMİ: BİR PATHAGOJİ ÖNERİSİ

           Pathos ve agô sözcüklerinden Türkçe okunuşuyla pathagoji  sözcüğünü türetiyorum ve buna tutku yönetimi diyorum.[7]

           Tutku yönetimi olanaklı mıdır? Olanaklı ise nasıl? Bir yöre olarak insan, yöresel bütünlüğün, dolayın, yaşadığı dünyanın, yaşayabileceği dünyaların farkında olabiliyorsa, tutku yaşantısına belli bir biçimde ve ölçüde müdahalede bulunabilir, tutkuyu dönüştürebilir.

           Tutku yaşantısı yüksek erkeli bir yaşantıdır. Yöre bu erkenin akışına bir anlamda kendini teslim etmiştir. Tutku bu anlamıyla bir “teslimiyet” içinde yaşanmaktadır.

           Tutku yönetimi, tutku duyarlılığıyla başlar. Bu duyarlılığın hemen herkeste olabileceğini düşünemeyiz. Bağlanma yurdunun çok güçlü olup, görüş ve güç yurtlarını etkileyebildiği yörelerde tutku körlüğü ağır basar. Tutkuya “dışarıdan” yanaşmak olanaksızlaşır. İnsan kendini kaptırdığı tutku girdabında kendini seyredebilir mi? Tutku duyarlılığı içinde, tutkunun anlamı, yeri üzerinde görüş getirebilmiş, düşünebilmiş ise, kendini “seyir” olanaklı olabilir.[8] , Görüşün görme açısı, anlam ufku; görüşe, yörede olup bitenlerin ne kadarını, ne nitelikte görme olanağı sağlayabilecektir?

           Tutku yönetimi bıçak sırtı denge gerektiren incelikler, duyarlılıklar ister. Görüşünüzü dünya ve kendiniz hakkında keskinleştirmiş olmanız gerekir. Alışılmış anlamıyla “iç görü” deyimi biraz bu beceriyi dile getiriyor.

           Tutkulara âşinâlık, tutkularla bir anlamıyla muhabbet edebilmek, belki de daha önemlisi tutkuları kazanmak tavrı, tutkularla ilişkideki inceliklerden olsa gerek.

           Peki, neden gerek vardır tutku yönetimine? Tutkuları Kant’ın anladığı anlamda bir “delilik”, bir “hastalık” gibi yaşıyorsanız, tutkularınıza yanaşma olanağı daha baştan ortadan kalkmış demektir.

           Elbette derin girdaplarda “aklımızı başımızdan alan” tutkular, bize, çevremize zarar veriyorsa, onlara müdahale edilmelidir. Bu müdahale yöre dışı olacaktır, bir danışılan ya da danışılanlar yardımıyla. Belki bedenimize müdahale edilebilecektir, farmakolojik yollarla. Bu “terapiler” tutku yönetimi alanının dışındadır, çünkü tutku yönetimi, kendi kendimize gerçekleştirebileceğimiz bir süreçtir. Elbet dışarıdan “uzman” yardımı alabiliriz; dostlarımızla, arkadaşlarımızla paylaşabiliriz tutkusal sıkıntılarımızı. Bu deneyimler bize, kendimizin gerçekleştireceği tutku yönetiminde güç sağlar. Elbette uzmanların terapileri bizi kendi kendimizle baş başa kalıp, tutku yönetimini gerçekleştirebileceğimiz yere getirebilmişse; yönetimi, başkalarının bilgi ve deneyimlerinden edindiğimiz birikimle daha “sağlam” bir noktadan başlatabiliriz.

           Yönetimin öncesi, yöremizin tutkusal özelliği, ona yatkınlığı, hazırlığı, yurtların durumu, aralarındaki ilişkiler, yönetimin başarısını etkiler.

           Peki, nedir yönetimin amacı, başarısı? Yörenin yaşadığı havaya, sahip olduğu anlam dünyasına, değerlerine bağlıdır, bu sorunun yanıtı. Bir kumar tutkusu ya da intikam tutkusu, zararlı görülüyorsa, yöre ya da yörenin dolayları tarafından; yöre, tutku yönetimiyle bu “zarar”dan kurtulmayı deneyebilir. Tutku, olağan dünyanın dışına da yönelmiş olabilir. Bilim, sanat, inanç düzenlerini hedefleyen tutkular, olağanlığın “bunaltıcı” havasından farklı dünyalara sıçramak isteyebilirler.

           Yöre, tutkusunu seyredebiliyor, değerlendirebiliyorsa, tutkulara yanaşabilir. Tutku erkesini ortadan kaldırmaya çalışmak, hedefi zorlayıp onun anlamını, gözümüzdeki değerini yok etmeye uğraşmak, tutkuyu zedeler, yok eder. Tutku yönetimi, tutkuyu var kılarak gerçekleştirilir. Tutkuya “kendimize bırakarak”, onu yörenin bütününe yaymaya çabalamak, tutkunun olumsuz görünebilecek boyutlarını ortadan kaldırmayı başlatabilir. Görüş, güç, düşünme yetisi, şiirleme yurtları, hava yurduyla iletişime geçirilebilir. Bu saydığım yurtların güçlendirilmesi, tutku erkesinin şiddetinden yararlanılarak başarılabilir. Bu başarı yörenin kendine ve hedefine gösterdiği saygı ile gerçekleşir. Tutku yönetimi, özgüven, özsaygı ile sağlanabilir. Sanatına, kendisine saygısı olan bir sanatçı, tutku yönetiminin üstesinden gelebilir.

           Görüş yurdunun ufku genişletilebilir. Anlam duyarlılığı güçlendirilebilir.

           Güç yurdu, tutkuya verdiği desteğin yanında, görüşle işbirliği hâlinde erke akışını tüm yöreye yayarak, tutku erkesinden diğer yurtların da yararlanmasına olanak sağlayabilir.

           Düşünme yetisi, seçenekleri görebilen, eleştiri gücü yüksek bir yapı kazandırılarak, zenginleştirilebilir. Tutkunun yurtları tutsak almasını engellemektir amaç. Tutkudan, yörenin yurtları arasında çatışmalar olsa da, bir uyum sağlaması istenir. Uyum sağlanamadığında, hiç değilse yurtlar arası bir iletişim kurularak, tutku yoğun bir yaşantı içinde olan yöre ferahlatılmaya çalışılır.

           Tutku erkesini bir oluşum ve üretim erkesine dönüştürmek: Yönetimin başarılarından biridir bu. Sanat, bilim, inanç tutkuları, etik ve estetik boyutlar taşıyabildiğinde, tutkucuları  daha güzel, daha üretken, hâle getirir. Onların dünya aşmasına yardımcı olur. Olağan dışı dünyanın mucizelere açık, olup bitenin örtülü yanlarını anlamaya eğilimli alanına taşır, tutkucuları.

           Olağanüstü dünya da, tutku erkesinin yardımıyla ulaşılabilir. Sanatın, bilimin, düşünmenin, inanmanın dünyasının kapı eşiklerine ulaşıp, pencerelerinden “içeri” bakma, tutku yönetiminin bir başarısı olabilir. Özsaygısı, özgüveni, özerk görüşü, içtenliği(iç dünyasını duyabilme, dürüst olabilme özelliği), kendine, tutkusuna, insanlara, hedeflere, açıklığı, içinde bulunduğu havaya olan saygısı[9], yönetimin başarısının koşullarıdır. Böylesi bir tutku yaşantısı, “insanın yeni biri olmasını”, sürekli olarak kendini tâzelemesini sağlar. Heyecanlı, canlı, üretken bir yaşam sunar ona.

TUTKU SİMYASI: TUTKUDAN HAKİKATE   

           Olağan, olağan dışı, olağanüstü dünyalardan söz ettik. Onlar, tek bir dünyanın farklı boyutlarıdırlar. Dünyalar dolaşmak, tutku erkesiyle başarılabilir. Bir açıdan, olağan, olağan dışı, olağanüstü dünyaların da farklı boyutları olduğunu düşündüğümüzde, bu boyutları gördükçe farklı dünyalar keşfetmemiz olanaklıdır.

           Tutku, Platon’un Şölen diyalogunda sözü edilen Eros olarak yorumlanırsa, bizi “idealar dünyası”na çıkarabilecek bir erke(enerji) olarak anlaşılabilir. Yetkinlikler dünyasına, eksik ve özürlerin olmadığı, doğuş ve bozuluştan[10] yoksun dünyaya, iyi yönetilmiş, terbiye edilmiş bir tutku enerjisi ile varılabileceği düşüncesinin tarihi, hiç değilse Platon’un bu düşüncesi göz önüne alındığında, epey eskilere gider. Tutkunun olanaklarını keşfetmek, insan olmanın olanaklarını keşfetmektir. Tutku, dünyanın anlamına, dünya oluşturmanın, dünyanın keşfine yöneldiğinde, insana öteleme olanağı sunar. Öteleme, şiirleme yurdu, görüş yurduyla birlikte dünyaya farklı anlamlar sunmayı sağlar. Öteleme, dünyanın farklı anlamlarını keşfetmenin gerçekleşmesiyle ortaya çıkan aşma ile başlar. Olağan dünya “aşılır”, olağan dışı dünya da. Şiirleme, görüş işbirliği gücün, bağlanmanın, eylem ve üretim ediminin beden ve duygunun da katkısıyla olağan üstü dünya da aşılır. Bu aşmaya öteleme diyorum. Öteleme tutkunun aşma olarak yaşandığı yaşantının doruğudur. On dokuzuncu yüzyılın o büyük şairi Yenişehirli Avnî:

                                         Biz bu âleme bir yâr için âh etmeye geldik

          Diyor. Yâr, bu yazı açısından, olağan ötesi dünyadır. Âh, tutku yönetiminin değirmeninde öğütülmüş yoğun tutkudur.

           Olağan ötesi dünyadan henüz bilinmeyene, henüz üretilmemiş, düşünülmemiş, gerçekleştirilmemiş olana yolculuk başlar.

           Bu dünya yolcusunun önceden tüm ayrıntılarla belirlenmiş hedefi yoktur. Hedef, o tutku şevkinin ve ateşinin yardımıyla adım adım keşfedilir. Elbette hedefe tam kavuşma söz konusu olamaz bu yolculukta. Yola çıkanlar, hasrete doğru gittiklerini bilirler.

           Bu yürüyüşün yöre devingenliğindeki karşılığı, için içine yolculuktur. İçin içi, yalnız yörenin kendisinin yaşayabileceği bir alandır. Paylaşma, alanı terk etmekle sağlanabilir. Yaşantı sonrası, yaşanan üstüne konuşmalarla sağlanan paylaşmadır bu. Bu konuşmalar, için içine hava girmediğinden dolayı[11] ancak metaforik bir dille yapılabilir.

           İçin içinde bizi canevi bekler. İçin içi, içe yönelmiş tutkuyla, elbette pathagojik  yoğun işlemden geçmiş tutkuyla yaşanabilir. Canevinin kapısını çalan tutku, ona konuk olabilir.

           Canevi, yörenin bir yurdu değildir. Yörenin bütünlüğünün için içinde yaşayan bir erke odaklanmasıdır. İçin içinin dışın dışıyla birleştiği, bizi kâinata bağlayan kaynaktır. Canevine “değen” duygular düşünceler, görüşler, kararlar, inanmalar, yöre bütünlüğünü güçlendirir. Onu aşmalar ve ötelemeler serüvenine hazırlar.

           Bu çalışma yöre kavramı üzerinden tutkunun farklı boyutlarını ele almayı denedi. Henüz yeterince açık kılınmayan kavramlarla yürüdü. Yürüme sürdükçe kavramlar yerine oturabilir, belki de kökten ya da belli yönleriyle değişime uğrayabilir. 

  

          

 

 

 

 

[1] 2006 yılından beri savunduğum bu görüş için şu yazılarıma bakılabilir: 1. “İnsan Bir Yöredir”, Mostar, Ocak 2007, s. 22-24 2. Bu yazının daha geniş bağlamda ele alınışı için “Sır Aydına Doğru” Felsefe Dünyası, sayı 44, 2006/2, s. 1-21

[2] Türkçede “yör”, “yür” kökü çevrilmek, örtülmek anlamları taşıyor. Ayrıca “yöre”nin halk arasında bir tür “un” anlamı da vardır. Yöre bu anlamıyla değirmenle “öğütmek”le ilgilidir: Dönüştürmekle. Örneğin, yöreci değirmenci; yörecilik, değirmen işçiliği olarak anlaşıldığında yöre, “bir bölgenin belli bir yer ve çevresini kapsayan sınırlı bölümü” anlamının yanında, “dönüşümü” de çağrıştırılan imalara sahip. Bkz. Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, Tuncer Gülensoy, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2001, s. 1168-1169

[3] Kant’ın bu görüşleri için örneğin, şu kitabına bakılabilir: Schriften zur Anthropologie, Gescihts-Philosophie, Politik und Paedagogik 2, Werkausgabe Band XII Suhrkamp taschenbuch Wissenschaft, Hazırlayan Wilhelm Weischedel 1977, 8. baskı 1991, s. 599-600 (Özgün baskı sayfa numaraları A 226-228, B 225-227)

[4] 3. dipnotta sözünü etiğimiz yapıtın aynı sayfalarında Kant, aşkın, sevgiliye kavuşunca, arzular doyurulduğunda, şifasız bir çılgınlık olan tutkunun ortadan kalkabileceğini düşünür.

[5] Örneğin, düşünme yetisi, güç, bağlanma, şiirleme yurtlarından…

[6] Tutkular, “günah”, “ayıp”, “kanuna aykırı”, “rezil”, “sefil”… gibi nitelendirmeler alabilir.

[7] İngilizcede pathagogy, Fransızca ve Almancada pathagogie denebilir.

[8] Türkçenin olanaklarıyla diyebiliriz ki: Kendine seyri olanın kendini seyri olur.

[9] Kültümüzde buna “edep” diyoruz.

[10] Generation ve corruption, kevn ü  fesad

[11] Toplumsal, kültürel,siyasal,etik çevreden ve düşünsel ortamdan ve diğer yörelerle paylaşılabilen durumdan yoksun olunduğu için

30 Ekim 2020, 13:56 | 859 Kez Görüntülendi.

Yazı Detay Reklam Alanı 728x90

TOPLAM 0 YORUM

    Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorum Yapan Sen Ol.

YORUM YAP

Lütfen Gerekli Alanları Doldurunuz. *

*