Tüten Düşünce

Tüten Düşünce

Tüten Düşünce

TÜTEN DÜŞÜNCE

            Düşünürken tütmeliyim. Tütmediğimde ya bildiğim şeyleri geveliyorumdur ya da sığ geçiştirmelerle yetiniyorumdur.

            Yıllar önce yazıp tüttüğünü düşündüğüm bu tür yazılara “tüttürmeler” adını vermiştim. Kalıp yoğun, bilgiçlik dolu, içtensiz, hesap kitapla yazılan yazılara olan uzaklığımı göstermek istemişim demek ki. İçimdeki ateşi baskı altına almaya çalışan ortamlar yaşamışım. O ateşleri nasıl dile getireceğimi anlamak epey zaman almış. Otuzlu yaşlarımın başlarında bir gün vapurdan inerken bir de bakmışım ki tütüyorum. Dumanımı saklamaya çalışmışım. Korkmuşum herhalde tüten biri olarak okula gitmekten. Ateşimi içime atmışım. Zaman zaman tütmüşüm de: Ahmet Hoca, Ahmet Baca olmuş.  

İçinizde yangın varsa duman da vardır. Duman varsa tütersiniz. Dumanlı ateş, dumanlı düşünceler, bulanık, ne dediği anlaşılamayan sözler doğurmaz her zaman. Duman kıvılcım da taşıyabilir. O kıvılcımların çıkarabileceği yangınlar, uzun yıllar sonra, içinde ateşler yanacak uçsuz bucaksız ateş alanları olanlara ulaşabilir.

            Buyurgana bağlı, dar, sığ, basık düşüncelerle Türkçeden yola çıkacak hakikat arayışını gerçekleştiremezsiniz. Yeterince papağan var çevremizde, akademik olan, olmayan.

            Tütmeye çalıştığım düşüncelerden birini okuyan çok değerli bir hocam “Ahmet’te bir Salvador Dali olma özentisi var” demiş arkadaşlarıma. Yıllarca teknik düzeyde matematiksel mantık çalışmış, bu konuda dersler vermiş biri olarak içimden “keşke Dali olabilsem” demiştim.

            Ateşle düşünülür. İçinizde sizi dürten, kanırtan sıkıntınız yoksa düşüncenizi neden yazıyorsunuz ki? Bir takım ateş taşıyıcılarının bayiliğini yapmak değil, tütmek. Bayilere fazlaca sözüm yok. Bakarsınız onlar da günün birinde bayilikten üreticiliğe çıkabilirler.

            Yıllar önce bir akademik toplantıda bizim gibi bağımsız, cesur düşünceden yeterince pay almamış ülkelerde felsefenin adının değişmesi gerektiğini söylemiştim. (Bizde sorgulamadan, irdelemeden edinip alışkanlık haline getirdiğimiz düşüncelerle kabadayılık yapma eğilimi yaygındır!) Hocam Uluğ Nutku’nun bu konuşmamı heyecanla, büyük bir sabırsızlıkla dinlediğini anımsıyorum. Nedense konuşma sonrası bana yönelttiği eleştirileri bir türlü anımsayamıyorum!

 Felsefe sözcüğü, Eski Yunanca filia ve sofia sözcüklerini içinde taşıyarak Arapça üzerinden dilimize geçmiştir. Filia dostluk, arkadaşlık; sofia bilgelik demektir. Felsefe bu anlamıyla bilgelik sevgisi, bilgelik dostluğu demektir, kabaca söylersek. Ben baştaki filia’nın yeterince ateş taşımadığını ileri sürerek onun yerine aşk, arzu anlamlarına gelen eros’un konulup, felsefe adının Türkçede erosefe olarak değiştirilmesini önermiştim. Erosefe, düşünen insanın içinde bir ateş olan sonsuz yaşam enerjisiyle, Nietzsche’nin deyimiyle dürtüyle (Trieb) gerçekleştirdiği duyma, anlama, anlam verme, yorumlama, yaşantılama, deneyimleme çabasıdır. Tüttürülmüş düşünceler, anlamlar, yaşantılardan oluşan serüvenlerdir. Düşünce, düşüneni ister. Düşünenin düşüncelerini yaşamıyla yoğurmasını bekler. Heidegger tüttürmüştür örneğin, Nietzsche, Schopenhauer, Wittgensten… tüttürmüştür.

            Tütmek donanım ister. Uzun bir bilgilenme çilesi, sevinci ister. Emeksiz tütme olmaz. İçimizde duyduğumuz temelsiz, bilgisiz, üzerinde yeterince işçilik gerçekleştirilmemiş düşünceler tütmez.

            Bir aşktır düşünmek, uzun yorgunluklar, düş kırıklıkları, yanlışlar, acılar, çaresizlikler, sıkıntılar, kaygılar, isteyen bir aşk. Mihnettir. İmtihandır. Başarının güvencesi yoktur. (“Başarı” ne demekse!) Geminiz daha yola çıkmadan batabilir. Ya da okyanusun ortasında yelkensiz kalakalırsınız. Dipsiz kuyulara düşebilirsiniz. Kıvılcım saçamıyorsanız çevrenize, ortamınıza; için için yanın o zaman. Yandığınız, yaktığınız kadarsınız. Siz yakacaksınız, ben yakacağım, bu dünyaya yakışacağız. Ateşimiz daha canlı, daha güçlü yeni ormanların oluşmasına katkıda bulunacak. Yanık düşünür, yanmadan işini yürütmeye çalışan kurnaz “uyanık” düşünürün varlığından dolayı acı çeker. Kurnazlık bir erosof için ayıptır.

            Bu sözlerim de kurnazlık anlamında uyanıklık olabilir. Ben ne filozof ne de erosofum. Yanmakta olduğumu söyleyebilirim sadece. Sadece yanmak yeterli değildir, kıvılcım başkalarına ulaşmıyorsa.

            Yaşanılan, insan canına sürekli ateş atar. Can ocağınız o ateşi taşımaya uygun olmalıdır. Elbette öncelikle can ocağınız olmalı. Can ocağınız sönük olmamalı.

            Ocağınızda incir ağaçları var mı? Ben bu kadar sözün ardından, bu sözleri ateşli mi ateşsiz mi söyledim kuşkusunu hâlâ taşıyorum. Yazım biter bitmez, canımın ocağına varıp orada incir ağacı var mı bakacağım. Belki canım da yoktur, kim bilir kimler ona ot tıkamış da olabilir.

04 Şubat 2020, 22:53 | 976 Kez Görüntülendi.

Yazı Detay Reklam Alanı 728x90

TOPLAM 0 YORUM

    Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorum Yapan Sen Ol.

YORUM YAP

Lütfen Gerekli Alanları Doldurunuz. *

*