EPİKTETOS DÜŞÜNCESİNDE OYNANAN

EPİKTETOS DÜŞÜNCESİNDE OYNANAN

EPİKTETOS DÜŞÜNCESİNDE OYNANAN

 

Bilinen bir öyküdür: Bacağını kırmaya çalışan efendisine Epiktêtos, “kıracaksınız” diyor usulca. Biraz sonra aynı soğukkanlılıkla, ağzından “dememiş miydim?” sözü dökülüyor yalnızca. Epiktêtos, kendi öz adı değil belki, takma bir ad, “kazanılmış”, “edinilmiş” gibi anlamları var (1). Anadolu’dan. Frigyalı. “Hierapolis” kentinden. (Şimdiki Pamukkale (?) olsa gerek!) Anası bir köle. Epiktêtos, Nero’nun imparatorluğu sırasında (MS 54-68) Epafroditos’un kölesi; köleliği sırasında, o çağın en büyük Stoacı felsefecilerinden Musonius Rufos’un derslerini izliyor. İleri yaşına kadar evlenmeden yaşıyor; Roma’daki evinin kapılarını hiç kilitlemiyor; imparator Domitian felsefecileri Roma’dan kovunca (MS 89 ya da 92) Nicopolis’e gidip yerleşiyor. Orada bir okul kuruyor. “Hasta ruhların şifa bulduğu yer” diyor bu okula. Çok seyrek gezilere çıkıyor; belki Olimpia’ya gitmiş olabilir, bir kez de Athênas’a. Sokrates gibi o da sağlığında hiçbir kitap yayımlamamış. Nicopolis kentinde verdiği söylenen dersleri Öğrencisi Arrian tarafından 8 kitapta toplanmış, bunlardan ancak dördü günümüze ulaşabilmiştir. Kitaplara Arrian’ın verdiği ad Diatribai (Söylemler)’dir. 75 yıl sürdüğü sanılan ömründe, yalın, erdemli bir yaşamın ardında koştu (topal ayağıyla). Ateşli bir düşünürdü (Kimi yorumcuların deyimiyle: “a soul aflame”). Epiktêtos’un görüşlerini özetleyecek deyişin şu olduğu söylenir; anekhou kai apekhou (katlan -tahammül et, göğüs ger- ve kaçın!).

Türkçeye Burhan Toprak’ın yazılarının bir bölüğünü çevirmesiyle aktarıldı (2) (Bu kitaptaki çeviri ve yorumlara itirazım olduğunu bu kitabı okuyan okur görecektir).

Epiktêtos Stoacı okuldan sayılıyor. Stoa okulu adını Stoa Poikile’den alıyor; “boyalı sütunlar” anlamında. Bu sütunların altında toplanıp tartışıyorlar. Okul, Aristoteles’in kurduğu Lukeum okuluna 1 km kadar uzakta. Athena kentinde Agora’ya yakın bir yerde surlara doğru (Dipulon kapısından geçerek) gittiğinizde Epikuros’un bahçesine giriyorsunuz; kapıdan 1 km kuzeybatıya yöneldiğinizde Platon’un akademisine ulaşabiliyorsunuz. Bu okullar, Aristo’nun ölümünden (Büyük İskender’in ölümünden de başlanabilir) sonra Hıristiyanlığın ilk bir iki yüzyılına uzanan aşağı yukarı beş yüz yıl süren Hellenistik Dönem adını verebileceğimiz zaman diliminde etkin olmuş okullar. Skeptikler Akademi’de, Epikuros’un ardılları Epikuros’un bahçelerinde düşüncelerini oluşturdular. Stoa, boyalı sütunlarda başlayan etkinliğini Roma döneminde de sürdürdü. Epiktêtos geç dönem Stoa düşünürlerinden. Sonradan özgürlüğüne kavuşturulmuş bir köle. Ondan kısa bir süre sonra, MS 161-180 yılları arasında imparatorluk yapan Marcus Aurelius, bir diğer önemli Stoalı düşünür. Stoa’nın, Romalı soyluların, neredeyse dinsel bir nitelik kazanan dünya görüşlerine, felsefi, ahlaki temeller sağlayan bir düşünce akımı olduğunu söyleyebiliriz. Kurucusu Kıbrıslı bir düşünür. Citium’lu Zeno (MÖ 334-262). Bu yazımda Epikuros’la (3) birlikte beni derinden etkilemiş bu iki düşünce okulunun ayrıntılı anlatımına kalkışmayacağım.

Amacım, genel çizgilerle, ayrıntılı metin çözümleme denemelerine girmeden Epiktêtos üzerine yorum yapmak. Epiktetos’ta oyun kavramını, onun “oyun” kavramım kullanışını, oyun anlayışını gündeme getirerek, hem Epiktêtos’u hem de genel olarak geç dönem Stoa okulunu inceleyen araştırmacıların dikkatini çekmemiş bir noktayı vurgulamak.

Bu çalışma da, felsefe-yaşam ilişkisini yeniden anlamaya yönelik araştırmalarımdan bir bölümünü oluşturuyor. Bir terapi olarak felsefe yolunda, “insan ruhunu”, onun gerçekle kurduğu ilişkiyi, gerçekliğe yönelişini, tavrını (Heidegger’in deyişiyle “stimmung”, İngilizce çevirisiyle “Attunement”) ele alan felsefe yolunda yürüyüşümün serüvenlerinden (Wagnis, venture) biri gibi görülebilir bu Epiktêtos yorumum (4).

Epiktêtos’un Temel Savı: Elimde Olan ve Olmayan

Dıştan gelen izlenimlerimizi (fantasia) doğru kullanma gücümüz, en yetkin yetimizdir; diğer yetilerimizi denetler (I, 1, 7) (5). Hayatımızda denetleyebildiğimiz (ta proairetika ergo, ef hemin) ve denetleyemediğimiz (ta aproaireta) şeyler, işler bulunur. Denetleyebildiklerimiz, gücümüzün yettikleri, elimizde olanlar (epi emoi, ef hemin, esô en tais emois), bende olan, içimde olan benim seçme, karar verme gücümden (proairesis) gelir. Dışımda olanlara (ta ekso, ouk ep’ emoi) karşı güçsüzüm; onlar benim denetimimde değildir (Örneğin II, V, 4-5). Nedir elimde olan? Gemiyi seçebilirim, denize açılmadan önce, gemiciyi de; ne zaman denize açılacağıma da karar verebilirim ama, apansız bir fırtına koparsa, bu dışımda olan bir şeydir, bu konuda elimden bir şey gelmez (II, V, 10-14). Ben ancak elimde olanları fark edip, onları özgürleştirebilirim. Gerisine, elimde olmayanlara, dışımdakilere bir şey yapamam; bir şey yapamadıklarıma da üzülmem. Ahlak açısından özgürlük, elimde olanı tanımak, ona sahip çıkmaktır (II, 2,1-3).

Özgür insan, amacını bilen, sınırlarını tanıyandır. Önünde engeli olmayan, engellenmemiş (akôlutos) biridir; yalnızca elinde olanların ardında olduğu, elinde olmayanlara kayıtsız (kayıtsızlık: adiofora) kaldığı için özgürdür (6) (IV, 1, 128-130). Benim olanla, benim olmayan (ti emon; ti ouk emon) arasındaki sınırı Epiktêtos zorlanmadan çekiveriyor; benim olan, gücümün yettiği, denetleyebildiğimdir; orada iyi ve kötü söz konusudur; gücümün yetmediği alanda kalan şeyler (ta aproaireta) ne iyi ne de kötüdür. Mal-mülk, zenginlik, maddi refah, sağlığımız, toplumsal konumumuz elimizde değildir (II, XIX, 32-33).

Peki bu, elimizde olmayana, dışımızda bulunana karşı, elimizde, içimizde olanı denetleyebilme gücümüz nereden geliyor? Bu gücümüzü harekete geçirebilmemizin yolu nedir? Felsefe! Felsefe, dışımızda olan, elimizde olmayana karşı bize güvence veremez; felsefe, “her koşulda buyurucu yetinin (hêgemonikon) doğayla uyuşumunu sağlama sözü verebilir (I, XV, 2-5). Burada, buyurucu yeti, Stoa felsefesinin önemli bir kavramıdır. Khrusippos, buyurucu yetiyi (7) bir örümceğe benzetir. Ağındaki hareketlere karşı (örneğin, avlarına) son derece duyarlı olan örümcek, ağını denetler. Buyurucu yeti, dış dünyadan gelen uyarıcıları (fantasma) alır, süzgecinden geçirir, denetler. Bu, buyurucu yeti, doğayla uyuşumu öğrenmelidir; modern çağın deyimleriyle söylersek, akıl ile doğa uyumu insanı erdemli kılar, mutlu kılar. İçimizdeki güç, dışımızla uyum içinde olursa, sorunlarından arınmış olur; elimizin altında olanla olmayanın uyumudur bu. Doğaya göre yaşayışımızı, ruhumuzu ve bedenimizi yöneten ilke: to hêgemonikon kata fusin. İşte filozof olma, bu yetinin geliştirilmesiyle olanaklı (III, XV, 8-13). Böylece insan “iç insan” olur, “iyi” (agathon) olur, ruh huzuruna (apatheia) kavuşur; özgürlüğe (elevtheria), dinginliğe (ataraksia) erer.

Buyurucu yetinin yanında, bir de seçme, karar verme (proairesis) gücümüz vardır; “iyi” dediğimiz şeyin özü burada yatar. Karar verme yetimiz, dışta olanı malzeme olarak alır. Eğer bu yeti, malzemeye hayransa, “iyi”yi bulamaz. Bu malzeme üstüne geliştirdiğim yargılar doğruysa, yetiyi “iyi”, çarpık ya da sapkınsa “kötü” kılar. İyi dışarıdan elde edilemez, ancak “kendimizde” bulunur. Karar verme yetimiz, kendinde aramalıdır, iyiyi.

Bunun güvencesini bize Tanrı (Theos) sağlamıştır (I, XXIX, 1-6). Tanrılar bahşetmiştir (1-17). Bu seçme, karar verme gücümüzü kimse elimizden alamaz; “içime” giremez; içime girip engelleme yapamaz (I, XXIX, 8-14). Dışımızdaki her şeyi yitirebiliriz, ama içimizdeki güç kalır (I, XXV, 1-16).

Kimiz biz? İnsan. En büyük gücümüz, tek önemli gücümüz, karar verme gücümüz hiçbir zaman baskı altına alınamayacak, köle olamayacak tek gücümüz (II, X, 1). Tam da bu gücümün olduğu yerde insanım ben; olmam gereken insanım; dostum, oğulum, toplumdaki yerimim (II, XXII, 19-21). Et ve kemik değilim, bu gücüm güzel olduğu için güzelim (III, 1, 40-41). Ölümse bu gücümün dışındadır (III, III, 15). Öyleyse, insan olarak çabamız şu olacak: Elimizde olmayanların alanından, elimizde olanların alanına geçiş yapabilmek; daha farklı söylersek, gücümüz dışında olanları gücümüzün içinde olanlara dönüştürmek (apo tôn aproairetôn epi ta proairetika) (III, V, 4).

Neden filozoflar ele aldığı sorunları kaçak köleler (hoi drapetai) gibi ele alıyorlar? Yarım akılla, korka korka, efendileri birden bire önlerine çıkıp da onları yakalayacakmış gibi? Felsefeciler için böyle bir tavırla sorunları ele almak yüz karasıdır. Köle olmamak, efendilerimizde kurtulmak (apolusô tôn despotôn) gerek; dış dünyadaki hiçbir şey, hiçbir kimse efendimiz olamaz. Sözünü ettiğimiz dönüşüm, ancak efendilerimizden. kurtularak sağlanabilir (I, XXIX, 59-63). Sürekli çaba (askêsis) içinde, birlikte yaşama (koinônikoi) duyarlılığı ve ödev (to kathêkon) duygusu ile birleşmiş akıl etkinliği sayesinde başaracağız bu dönüşümü.

Epiktêtos, Diatribai’larının (8) en az üç yerinde ahlakın üç temel alanından söz eder (II, XVII, 15-17; III, II, 1; III, XII, 13-15). 1) Arzu (oreksis) 2. Seçme (Horme) 3. Onama (sunkatathesis) alanları. İlk alan, arzularımızın sınırları, irade gücümüzün yapısıyla ilgilidir. Bu alanda değer yargıları vardır; bu yargılar genel yargılara (dogmata) dayanırlar. Elimizde olan, elimizde olmayan ayrımı temeline kurulmuştur. İrademizin dışında hiçbir şey, iyi ya da kötü olamaz. İkinci alan ödevlerimizle (to kathêkon) ilgilidir. Dostlarımıza verdiğimiz destek, bir arada yaşamanın kurallarına uymak gibi. Toplumda olanlar denetleyemediğimiz, elimizde olmayanların alanı içine girer. Buna karşın elimizden gelen çabayı gösterip ödevlerimizi yapmalıyız. Üçüncü olan dışımızda olduğumuzu düşündüğümüz, bize verilen izlenimler (fantasia) ile ilgilidir. Fantasia’yı değiştiremeyiz ama ona karşı tavrımızı değiştirebiliriz. İzlenimleri doğru kullanmayı bilirsek, başarabilirsek, erdemli olabiliriz. İzlenimlerin onanması (kabulü, doğru sayılması) bu açıdan önemlidir. Doğru izlenime izin vermek, yanlış izlenimi ortadan kaldırmak, belirsiz izlenimi askıya almak gerekir. Böyle bir etkinlik, mantığın kullanılmasını, doğaya uyumun gözetilmesini zorunlu kılar.

Felsefenin de üç alanı vardır ( Enkheiridion, 52) (9). İlki, ilkelerin uygulama alanıdır. Örnekse, yalan söylememe ilkesinin uygulanması. İkinci alan, bu uygulamanın dayanaklarının gösterilmesi, haklı kılınması, hesabının verilmesi ile ilgilidir. Üçüncü alanda da bu haklı kılma, dayanakları bulma çabasının mantığı ile uğraşılır (10). Epiktêtos, felsefecilerin ikinci ve üçüncü alana yoğunlaşıp, birinci alanı unuttuklarını söyler. Felsefeciler konuşuyor ama uygulamıyor! Sözlerle eylemlerin birliği gerekiyor. Oysa Epiktêtos’a göre, Stoacılar’ın kitapları bir yığın boş sözle doludur. Onlarda eksik olan sözlerinin eyleme geçirilmesidir (I, XXIX, 56-57). Elimizde olmayan eylemler alanına kayıtsız kalmamız gerektiğini söylüyordu Epiktêtos, bu alan üzerine yargılar geliştirip uygulamaya kalktığımızda, bu kayıtsızlığımız ortadan kalkar. Uygulama ve yargılama bizi ahlak alanına götürür, yeniden.

Sözlerle eylemlerin uyumunun yanında, insanın kendi görüşleri ve düşünceleriyle de uyumlu olması gerekir. Yapıp ettiklerimizin nedeni, ölüm, sürgün ağır iş gibi görünse de, yapıp ettiklerimizin asıl nedeni, görüşlerimiz ve karar vermelerimizdir (hupolêpsis ve dogmata) (I, XI, 33-34). Kendi görüşlerimize sahip çıkalım. Kendi ayaklarımızın üstünde durmayı öğrenmeliyiz. “Kendimizden elde edeceğimizi başkasından istemek de budalaca ve gereksizdir (I, IX, 31-33). Kendimizden yola çıkarak, kendimize yakışanı, kendimize yakışan karaktere (11) ulaşmayı denemek gerekir. Bu karakter dış koşullarla yalpalanan bir karakter değildir. Bize “özgü” olan, yakışan karakterlerimiz, iyi ve kötünün belirlenmesinde önemli bir rol oynuyor. iyi-kötü yalnızca dışa bakılarak belirlenemez; yakışan karakterimize uygun olanla belirlenir (I, 2, 5-11).

Oyun

“Oyun” (paidia), Stoa düşüncesini anlama kaygısıyla üzerinde, bilebildiğim kadarıyla hemen hemen hiç çalışmamış bir kavram (1998 Ekimi’nde New York Devlet Üniversitesi’nin yerleşkelerinden biri olan Binghamton’da bu konuda bir bildiri sunmuştum!). Oysa Batı düşüncesinde “Oyun” kavramı nicedir farklı düşünürlerde Schiller’den, Sartre’a, Gademer’den Wittgenstein’a kadar oldukça irdelenmiş bir kavram (12).

Epiktêtos, tartışmalarında “hipotetik düşünce”ye, “varsay ki” (su hupolambane) diye başlayan, bir çeşit düşünme deneyiyle (Gedanken Experiment) giriş yapar. Epiktêtos’a göre, üç ayrı akıl yürütme biçimi, yaşamdaki görevlerimizle (kathêkonta) ilgilidir (I, VII, 1). 1) Belirsiz, kaypak terimlerin olduğu 2) Varsayımlara ve koşullara bağlı durumların ele alındığı 3) Sorulara verilen yanıtlardan beklenmeyen sonuçlar çıkaran akıl yürütmeler. Konumuz açısından, varsayımların öncül olarak alındığı, bu öncüllerden de yaşam görevlerinin çıkarıldığı akıl yürütmeler (2. akıl yürütme biçimi!) önemli; çünkü “oyun” burada önemli oluyor. Örneğin, o dönemin Roma’sında tanrı Satürn adına düzenlenen ve 17 Aralık’ta başlayan törenlerde kura ile bir kral seçilirdi. İşte “oyun” burada kendini gösteriyor! Bu oyunda kral seçilen yanındakilere buyruklar verir, onların “oynamalarını”, buyruklara uymalarını isterdi. Gerçek yaşamda da Tanrı (Zeus) bize buyruklar veriyor; Tanrı bize bizim olanı veriyor. Bizim olansa engellenmemiş ve kısıtlanmamıştır. Bizim olan, gücümüz altında olan, Tanrı tarafından verilmiştir bize, Tanrı bile bunu elimizden alamaz. Dolayısıyla, oyunda konulan her buyruğa uymadığımız gibi, gerçek yaşamda da Tanrı’nın buyruğuna uymayabiliriz. Hangi durumlarda? 1) Mantıksal olarak çelişkili buyruklar verdiğinde 2) Kötü olmamızı istediğinde (I, XXV, 1-18). Kötü olmamızı Tanrı istemez, biz de istemeyiz. İrade gücümüzle bu çatışmaların üstesinden gelmeye çalışırız. Benim elimde olanlar alanında özgürüm, orada Tanrı’nın buyruğunu engeller olmaksızın yerine getiririm (ya da getirmem!). Elimde olmayanlar alanında ise, işte tam burada oyunun ve varsayımsal (hipotetik) akıl yürütmenin (sonêmmenon) önemi gün ışığına çıkıyor. Elimizde olmayanlar alanında bir oyunda olduğumuzu düşüneceğiz. Oyunu nereye kadar sürdürebiliriz? Zevk almamızın bittiği yere kadar. Zevkle oynandığı sürece (mekhris an kompsôs dieksagêtai) (Kapının her zaman açık olduğunu unutmayalım. İstediğimiz anda kapıdan çıkabiliriz. Bir intihar meşrulaştırılması mıdır bu?). Stoa düşüncesinin dikkat çekmemiş bu özelliğini şöyle de dile getirebiliriz:

 Yaşama alanı ikiye ayrılır: Elimde olanlar ve Elimde Olmayanlar alanları. Elimde olan alanda özgürüm, engelsizim, kısıtsızım. Dolayısıyla görevimi yerine getiririm. Öyleyse kendimin efendisiyim. Elimde olmayan alanda ise varsayımsal durumlar, oyunlar vardır

Varsayımsal düşünme ya da oyun olarak baktığımız yaşama alanında akıl yürütmemiz, bunun sonucunda (bununla birlikte) dayandığımız ahlak yapısı içinde eylem, düşünme (düşünce) bağlamı şöyle düşünülebilir.

V→G

Y

G                                                                                    

 
   

Bu çıkarımın ilk bakışta, alışılmış mantık kalıpları içinde geçerli olmadığı görülüyor (13). Burada V, varsayımsal durumları dile getiren önermedir (Bu çıkarımda harflerle gösterilenler, basit ya da bileşik önermelerdir!). Varsayımsal durumlar doğru olsa(adı), görevimiz G olurdu, oysa yaşamdaki durumumuz Y, o halde G’yi, görevimizi yapmamız gerekir. Böyle bir düşünce-eylem bağı, koşullu çıkarımın tarihini Stoa’ya götüren mantık tarihçilerinin (14), son zamanlarda koşullu önermelerin yapısı altında ahlak sorunlarını Stoa düşüncesi içinde tartışan düşünürlerin (15) üzerinde yeterince durmadıkları bir konu.

V(16) alanında nomos hupothetikos (varsayımsal düşünme yasaları) egemendir; Y’de ise biôtikô nomos, yaşam yasaları. Bu ikinci alan doğanın yasalarını da içine alır. Genel çizgileriyle, Stoa düşüncesinde doğaya uyum temel ahlak ilkesidir. Filozoflar V üzerinde duruyorlar, yorumlar yapıyorlar, görüşler bildiriyorlar. V’de uygulama, eylem birinci derecede göz önüne alınmaz. V’de bizi durduracak bir şey yoktur; özgürüz. Y’de ise engeller vardır (I, XXVI, 1).

V alanı özgürlük alanıdır ama burada da biraz önce gördüğümüz gibi iki engel vardır: 1) Mantıksal çelişme engeli 2) Kötü olmama, kötü insan olmama engeli. İşte oyun V ile Y arasındaki köprüyü kurma olanağı verir bize. Epiktêtos’un deyimiyle ta proairetika ile ta aproaireta arasında köprü kurar. Zorunluluklar alanına, gücümüzün yetmediği alana, zevk aldığımız oyun duygusunu getirir. Özgürlüğün olanağını kullanma gücü verir; görevlerimizin ayırdına varmamıza, Y’deki durumumuzun bilincine varmaya yardımcı olur.

Sakın ola, çocuklardan daha korkak olmayasınız; tıpkı onlar gibi oyundan hoşlanmadığınız zaman “oynamıyorum” deyin ve oyunu bırakın; hem oyunda kalıp hem yakınmak yanlıştır. Oyunda kalacaksak, yakınma hakkımız yoktur (I, XXIV, 19-20). İşte oyun, Y alanına bakıştır; yaşamanın belli biçimde yorumuna dayanır.

Koşullu, varsayımsal düşünme (17) ile görevlere ulaşmanın, Stoa düşüncesinde dilsel bir anlamı da var. Bu da sanırım, felsefe tarihçilerinin üzerinde durmadıkları bir konu. “Hupothesis” sözcüğü, (örneğin I, XXIX, 35 ve 41’de) “görev” anlamında kullanılıyor!

Oyunun bir diğer önemi Y’de gereksiz kaygı ve acılar duymadan bir anlamda sorumluluk taşıyan estetik yaşamaya bizi götürebilir. Başarılı bir top oyuncusunu düşünelim. Oyun sırasında topun “iyi” mi “kötü” mü olduğunu düşünmez; topu başarılı bir biçimde fırlatıp, tutmayı hedefler; yenmeyi, yenilmeyi düşünmez artık; tıpkı yüzyıllar sonra Gadamer’in ortaya atacağı “kendi kendini oynayan oyun” (oyuncuların içinde kendini yitirdikleri oyun) ile vurguladığı gibi, Epiktêtos, oyunda oyuna kendini bırakma, oyuna teslim olma özelliği bulunduğundan söz eder. Oyunu, yenmek amacıyla oynamaya kalktığımızda bu bir oyun olmaz artık; kavga savaş olur (makhê, ou paidia) (II, V, 15-23). Y alanında, yapamayacağımız şeyler konusunda bir “soğukkanlılık” söz konusu; oyunu iyi oynuyorsak, o topu yerine atıp, atılanı tutabilmek, “oyunu güzel” oynamak, gereksiz yakınmaların ötesinde, oyundan keyif alarak; keyif bittiğinde oyunu bırakabilmek gerek!

Önümüzdeki yüzyılda da Stoa’dan öğreneceklerimiz olacak.

Dipnotlar

1) Epiktâtos sözcüğünün Eski Yunanca’da şöyle kullanımları var: Epiktêtos gê: kazanılmış toprak (örneğin eskiden bataklık olan topraklar için kullanılır!, Nil deltası gibi). Epiktêtos gûne: yabancı eş (karı), yeni edinilmiş eş. Epiktêtos philoi: yeni kazanılmış dostlar.

2) Düşünceler ve Sohbetler, Çev. Burhan Toprak, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1994.

3) K. Marx’ın doktora çalışması Epikuros üzerine idi!

4) Şimdiye dek, özellikle ahlak alanında geliştirdiğim savların tarihsel köklerini pek tartışmadım. Tarihle hesaplaşmak için daha çok erken olduğunu düşünüyorum. Gerek felsefe anlayışı, gerekse felsefe yapma tarzı olarak çağdaşlarıma giderek ters düştüğümü görmekteyim. Doğrusu, çağdaşlarımla hesaplaşmak şimdilik doğrudan amacım değil. Tarihle olan bağımı Eski Yunan’dan başlayarak arada bir belirteceğim. Yürüdüğüm yolun beni nereye götüreceğini şimdilik bilmiyorum.

5) Bu çalışmada, özgün metin üzerinden yorumlar yapıyorum. Epiktâtos’un iki ciltlik Loeb serisinden çıkan (Discourses adıyla!) metinlerini kullanıyorum. Bu yapıtta göndermeleri, ard arda üç sayı vererek yapıyorum. İlk sayı kitap numarasını (1’den 4’e kadar!), ikinci sayı, sözü geçen kitaptaki bölümü, üçüncü ve son sayı (kimi zaman sayılar) ise yukarıdan aşağıya doğru, özgün yapıttaki satır sayısını gösteriyor.

6) Özgürlük: hareket alanında engelin olmayışı anlamında!

7) “Hêgemonikon”u “buyurucu, yönetici ilke” diye de çevirebiliriz.

8) “Diatribai” sözünü “konuşmalar” diye de Türkçeleştirebiliriz.

9) Enkheiridion, Epiktêtos’un Diatribai’larının bir anlamda kısaltılmış, yoğunlaştırılmış bir biçimi. 52 kısa bölümden oluşmuş bu küçük kitapçık bir el kitabı, bir yaşam kılavuzudur. Stoa’nın yaşama uygulanışı üzerinde görüşler bildirir.

10) Her hata bir çelişki içerir. Hata yapan, hatayı isteyerek yapmamıştır. İstediği şeyi yapmamıştır. İstemiş, yapamamıştır. Şöyle açıklayabiliriz bir açıdan:

1) Ya→ ┐Yap

2) Ya

3) Yap.

Bu üç önerme birlikte tutarsızdır. 1 ve 2’den ┐Yap türetilir. Bu ise Yap’la çelişir. Buradaki kısaltmaları açarsak; “Ya”, belli bir eylemin yanlış olduğunu, “Yap” yapmam (gerektiğini) söylüyor. Yanlışsa yapmamalıyım. Yanlıştır ve yaptım öyleyse çeliştim. Burada önermelerin “zamanı” ve kipi göz önüne alınmıyor!

11) Yakışan karakter: prosôpon. Türkçe’ye “yakışan karakter” olarak aktardığım bu sözcük tiyatroda gerçekleştirilen rol anlamına geliyor!

12) Kavramın önemini ve gelişmesini sınırlı bir biçimde irdeleyen klasik çalışmalardan biri, Türkçe’ye de çevrilen John Huizinga’nın Homo Ludens’idir (The Beacon Press, Boston, 1955 (1950)). Psikologların, özellikle gelişim psikolojisi içinde ya da bir terapi olanağı olarak oyunu ele almalarının; antropologların, etnologların kültürleri tanıma çabalarında oyuna yönelttikleri dikkatin yanında; hayvanda ve insanda oyunun farklı anlamlarını vurgulayarak, “özgürlükle oyun arasında bağ kuran çalışmalardan biri olarak Gustav Bally’nin Vom Spielraum der Freiheit’ini anabiliriz. Alt başlığı: Die Bedeutung des Spiels bei Tier und Mensch (Schwabe und co., Verlag, Basel, 1966). Çağdaş felsefede Varoloşçuluk açısından “Oyun”un yerini Sartre L’etre et le néant’da, Hermeneutik açıdan Gadamer Wahrheit und Methode’de ve dil felsefesinde bir aşama olarak L. Wittgenstein Philosophische Untersuchengen’da ele altmıştır. Epiktêtos’un oyun anlayışıyla bu görüşlerin karşılaştırmaları ilginç olabilir.

13) Geçerli olması için gereken öncüllerden biri Yà V’dir. Yaşamdaki durumumuz (Y) buysa, varsayımlarımız (V) ile dile getirilenlerdir. Yaşam ‘koşulu’ bizden varsayımlarımızı belirlememizi istiyor. Yaşamdaki durumum (Y) böyleyse, varsayımsal düşüncelerim (V) şudur diyorum. Yaşamdaki durumumu dile getiren önermelere dayanarak, varsayımsal düşüncelerimi oluşturuyorum. Durumlarımızı dile getiren önermelerin, varsayımlarımızı dile getiren önermelere öncül olması oldukça düşündürücü görünüyor. Sanki şöyle düşünüyorum: Yaşam buysa, varsayımlarım şu olmalı! (Mantık açısından, çıkarımın geçerli olması için tek çözüm, elbette böyle bir koşullu önermeyi öncül almak değildir!).

14) Benson Mates; Stoic Logic, University of California Press, Berkeley, 1973.

15) Jonathan Barnes; Logic and the Imperial Stoa, Brill, Leiden, 1997.

16) V ve Y harflerini bu bağlamda “alan” adı olarak kullanıyorum!

17) Oyun, varsayımsal düşünme alanı içindedir. Varsayımsal düşünme ise “oyun” duygusuyla yürütülür!

 

 

 

07 Mart 2020, 11:11 | 770 Kez Görüntülendi.

Yazı Detay Reklam Alanı 728x90

TOPLAM 0 YORUM

    Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorum Yapan Sen Ol.

YORUM YAP

Lütfen Gerekli Alanları Doldurunuz. *

*