BEN ÜLKESİNDEN İMÂ İLE GEÇTİM
BEN ÜLKESİNDEN İMÂ İLE GEÇTİM
“Kendime hiç ‘ben kimim?’ (qui suis-je?) diye sormam. ‘Ben kimlerim?’(qui sont-je?) diye sorarım” der, ablam Hélène Cixous. Ben de öyle sorarım: “Ahmet sen kimlersin?” derim. Şu anlamda değil: “Kimlerdensin Ahmet, sülâleni söyle ya da hangi gruba aitsin, içinde olduğun ‘biz’i söyle.”
Ben, benlerimden oluşmuş bir cumhuriyetim. (Buna benzer sözleri bir konuşmamda söylediğimde yaşlı bir ruh hekimi kendini tutamamış bana: “Böyle söyleyenleri biz içeri atıyoruz” demişti.) Gazetelerde dergilerde yazarken kendime farklı okur adlarıyla mektuplar yazmışımdır. Hâlâ yazarım. O okurlar, ben yazarı yazarlar. Okurlarının yazdığı bir yazarım ben. Hangi benim o? Galiba toplam benlerime “ben” diyorum. Böyle bir benim de var demek ki, benlerimin toplamı olan ben, “toplam” ne demekse.
Hélène Cixous ablam, benlerini çoğaltabiliyor, oynuyor onlarla. (Fransızcada “je” ben ile “jeu” oyun, kulağa yakın geliyor!) Benim benlerimle olan ilgim, oyun değil. Var oluş tarzımı oluşturuyor benlerim. Toplumda oynadığım farklı rollerle de ilgili değil. İç ülkemin vatandaşları onlar. Benlerim ve ben.
Benlerimin toplamından fazlayım elbet. Benlerimin yöneticisi değilim, onlardan biriyim. Biri, belli bir an, “ben” oluyor. Ahmet diye görünüyor.
O kadar kişiyi içinde nasıl taşıyorsun? Nasıl darmadağın olmuyorsun? Nasıl bir “düzen” oluşuyor da benlerin yekvücut olabiliyor?
Kim demiş darmadağın olmadığımı? Belki darmadağın olmam bütünlüğümü sağlıyordur. Zaman zaman bir orkestra olduğumu düşünürüm. İçimde değişik sazlar var. Bir benim besteliyor, bir benim orkestrayı yönetiyor, diğer benlerim çalıyor. Flüt olan, keman olan, piyano olan, ud, kaval, ney, tambur, obua, klarnet olan benlerim, vurmalı sazları çalan benlerim. Peki, ne çıkıyor bu müzikten? Ben. Bir kakofoni ya da senfoni olan ben.
Öyle ben ülkeleri var ki, tek bir benin acımasız yönetiminde diğer benlerini yok eder. Böyle baskıcı benden yalnızca tek bir ses çıkar. Belki bir davul sesi. Belki bir siren sesi. Belki bir top sesi, düdük sesi.
Tek ben. Güdük ben. Çorak ben.
Ben ülkesi eğer bir yargı yeri ise orada hem savcı hem avukat hem de yargıç olmalı. Yargıç üzerinde baskı da olmamalı. Karşılaştığım bunca insanın ben ülkesinde ya yalnızca savcı ya da yalnızca avukat var.
Diğer benlerimi yok etmeye çalışan benimi tutukladım. Süreceğim dışıma biraz sonra.
Öteki ülkelerin benlerine yolculuğu elbette severim. Beni konuk edebilirlerse. Tehlikelerini de yaşamışımdır. Daha pasaport kontrolünde sorun yaratıyorlar. İçeri aldıklarında da sıkı takibe alınıyorum ya da tutukluyorlar.
Benden içeri benim, diğer benlerimi tanımama yardımcı oluyor. Ben ülkesinin sonsuzluğunu, ben ülkesinin göğünü öğretti bana, yerinin bitimsiz zenginliğini. Benlerimin nasıl ölümsüzlüğün bir parçası olduğunu, ben dediğimde nasıl bir sonsuzluğun içinde bulunduğumu gösterdi.
Haylaz benlerimi sevdim. Onlarla kavga etmedim. Onlarla oyun oynadım. (Saklambaç dâhil!) Tepeme çıktıklarında azarladığım olmuştur. Ağır benlerimin yanına taşınmışımdır.
Yaralı benlerimin bahçesinde uyumayı severim geceleri. Sızlayan yaralarının müziğini dinlerim içimi çekerek.
Memur benlerim işlerini yaparlar. Bürokrasiye izin vermem.
Bana en fazla acı veren benlerim arayan benlerimdir. Yaşarlar ve acı çekerler. Hep yoldadırlar. Yorulmazlar. Özlem içindedirler. Erişmeyi düşündükleri ülkeler uzaktadır, yakın sanırlar. Sürekli yürürler. Yetinmezler. Beğenmezler. Bu yazıyı onlardan gizli yazdım.
Âsi benlerime karşı çaresizim. Ben ülkesinin altını üstüne getirmeye çalıştıklarında yaşadıklarımı, değerlerimi korumaya alıp, bir köşeye çekilerek gürültülerinin geçmesini bekliyorum.
Ülkemde son zamanlarda pek isyan çıkmıyor. İçimde kapalı bir isyan bölgesi oluşturdum. Âsiler oraya gidip kurtlarını döküyorlar. Başkaldıran benlerimin enerjilerini boşaltacakları geniş bir meydanım var, adı inşirah meydanı.
Ben ülkesini ayakta tutacak bedenimin içindeki benler de acı verebiliyorlar bana, zaman zaman sevinç de.
Bedenimle savaşım savaşların en çetini. Bir gün bedenim benlerimi terk edecek. Ülkem bitecek.
Benlerim yazmaya çabaladığım binlerce sayfaya dağılıp benden ayrılacak. Okur onlarla karşılaştıkça yaşayacaklar. Yazıların ve okurların ölümüyle onlar da ölecek. Ölümsüzlüğe katılıp ölecek.
Şimdilik benlerimle iyi geçinmeye çalışıyorum.