GÜLÜMSEYEN DÜŞÜNCE

GÜLÜMSEYEN DÜŞÜNCE

GÜLÜMSEYEN DÜŞÜNCE

 

 

 

 

Dünya değişiyor. Bu hızlı değişim kültürün tüm alanlarında belli değişikliklere yol açıyor. Batıda, aydınlanma dönemine, belki de daha gerilere, Descartes’a değin geri giden “akıl” anlayışı yeniden sorgulanıyor. Bilim, yöntem, aklı başındalık yeniden yorumlanıyor. Belki bu yorumlar yine aklın bir ürünüdür (Hegel’e inanırsanız!) belki de, toplumsal, siyasal, ekonomik koşullar bunu gerektiriyor.

Kültürümüz açısından bakıyorum. Akılla “kâr”ı birleştirip “akıl kârı” deyimini her nasılsa yan yana getirmiş -etimolojik inceliklere girmeden, bu sözcüğün bir yorumunu veriyorum-pragmacı kaygıların, belirlenmiş yöntemlere fazlaca irdelemeden inanmaya hazır pozitivist reçetelerin rağbet bulduğu kültürümüzde, düşüncenin yaşayışımıza “inmesi”, onunla kucaklaşması gerektiğini görüyorum. Kültürümüz, yüzyıllarca dînsel ağırlıklı düşünceyle yaşamanın metafizik sorunlarına yanıtlar bulmuş. Bu dîn tabanlı, geleneksel, çoğunluk tasavvufa dayalı yaşama-düşünce-düşünme birlikteliği sonraları Batı etkisiyle, olağan ki kültürümüzün içten gelen yeterince yaratıcı atılımların oluşmaması dolayısıyla, bozulmuş. Batı düşüncesi bize “tepeden” gelmiş! Önce askerlikte, tıpta, mühendislikte, ekonomide, yönetimde ortaya çıkan sorunların tez elden çözümleri olarak anlaşılmış. Geleneğimizle, geçmişimizle, yaşayışımızla gerektiği biçimde bütünleşememiş. Gökalp’in yaşadığı bunalımı bu açıdan anlayabiliriz.

Hesap yapılacak, kitaplara başvurulacak, çözümler bulunacaktır. Kuram Batıda, uygulama bizdedir diye düşünülmüş. Batı insanının yüreğinden, aklından, inançlarından geçmişinden kopup gelen düşünce, bizde okullarda öğretilen kalıplar olmuş. Eleştiriyi bile dışarıda bulduğumuzu sanmışız. Bu düşünce -sakın Batı düşmanlığı yaptığım sanılmasın- sancılı bir düşünce olmuş. Onunla gülememişiz. Gülümseyememişiz.

Gülümseyen düşünce, sırıtan, gevşeyen, ciddî olmayan düşünce değil. Gülümseme, düşünceye aykırı değil. Matematik ve mantık yaşamdan uzak değil (E. Husserl!). Gereksiz ve zorlama bir ciddîyet, bizi kalıpçılığa, taklitçiliğe götürmüş, yaşayışımıza, kişiliğimize uyan, yakışan düşünceyi yaratma gücünü kendimizde bulamamışız. Aydınlanma “sapere aude!” diyordu, aklını kullanacak cesâretin olsun! Hangi aklı ama? Gülümseyen aklı!

Gülümsemede, nice çaba, emek sonucu kavranılmış düşünsel bağlantıların, kavramların, yaşamımızla olan bağlarına, kuşkucu, sevimli, sıcak, biraz hınzırca ama kesinlikle yaratıcı olmaya çalışan bakış var.

Gülümsemede, ortaya konan kuram ve modellerin işlerliğine, “Bunun tersini düşünsek nasıl olur?” diye soru yöneltebilen, seçenek arayıcı bir tutku var. Onda, haddini bilen bir saygıyla birlikte, körü körüne yürümeyi engelleyen bir mizah var.

Gülümseme yobazlığa karşıdır. Ne adına olursa olsun, dîn adına, teknoloji adına, bilim ve eğitim adına... İnce noktaların bulunup çıkarılmasında, farklılıkların fark edilmesinde, toptancı, sığ, üstünkörü çözüm önerilerine direnmede önemli bir yeri var.

Yaşarken düşünmek, düşünürken yaşamak: Geleneğin gerekliliğini anlayıp onu keşfetmeye çalışırken, yaratıcı, irdeleyici bir kafayla onun eksik gediklerini, özürlerini fark etmek. Gülümseme, hayata ve düşünceye takınılmış, fark ettirici bir tavırdır.

Öznellik, Doğulu bir eblehlik sayılıyor. Ciddîyete ve bilime karşı olduğu düşünülüyor. Kendiniz olmadan düşünemezsiniz. Düşünceyi kendiniz kılmadan, kendinize mâl etmeden yaratıcı atılımlar yapamaz, düşüncenin dayanılmaz dehlizlerinde yürüyemezsiniz. İşte, burada gülümseme, kendine, yaşayışına, kültürüne olan güveni simgeler. Bu haddini bilen, uyanık güven duygusu olmadıkça düşünemezsiniz, bilimde yaratıcı olamazsınız. Felsefî buluşlarınız olamaz.

Bizde, farklı olana tahammül edilememiş ya alaya alınıp küçümsenmiş ya görmezden gelinmiş ya da hapsedilmiş, yasaklanmış. Kolay yaşayan, kahkaha atabilir, sırıtabilir de, hele hele bu durumunu gizlemek için bol bol kaşlarını çatabilir. Kolay yaşayan, kolay düşünemez. Düşünme, yanıtı önceden belli matematik sorularını, test sorularını, ders kitabı problemlerini çözmeye benzemez. Yaratılan düşünce, yaşayışımızın, kültürümüzün, dünyanın sorunlarıyla at başı gider, onlarınn meydan okumasına duyarlıdır, değişir, devinir, gelişir.

Akademik yaşamın fildişi kulesi içinde, içinde bulunan çerçevelerde belli çözümleri, kılı kırk yaran gereksiz incelemeleri soluya soluya, akademik bir körlük içine düşme tehlikesi; vardır. Alışkanlıkların kolaylığı, eleştirisizlik, çok erken gelmiş “üstat"lık gülümsemeyi unutturabilir insana. Her şeyi birden bire “büiverdiğimizi” anlarız. Öğrencilerimiz bizi “paşa paşa” dinleyip sınıflarını geçerler. Sözümüzü geçirmek için “ciddî” oluruz. Şekilci, kalıpçı, kuralcı, tabii ki tembel oluruz. Herkesi, her şeyi pek kolay eleştiririz. Kitaplar ve makaleler yazarız.

İşte uyanık olma, bizim gibi arayan, dur durak bilmeyen, olabildiğince az saplantıları olan, değişmeye, değiştirmeye, tartışmaya, anlatmaya, dinlemeye, anlamaya hazır insanlarla birlikte yaşayarak gerçekleştirilebilir. Düşünce yalnızlığa aykırıdır. “Düşündeş”imizi, düşündeşlerimizi bulmak zorundayız.

Nasıl? Eğitim, yollardan biri. Kendini eğitebilecek insanları yetiştirecek bir eğitim. Eğiticisine zaman zaman tatlı tatlı, zaman zaman acı acı gülümseme içinde kendini hatırlatacak genç insanların gerçekleştirecekleri eğitim. Eğitimin nasıl olacağını söyleyenlere kafa tutacak, onlarla tartışabilecek, sorgulayan, arayan, araştıran insanlarla aranacak eğitim (Olağan ki onlar, benim sözlerime de karşı çıkacaklar. Oturup tartışacağız.).

Öğrenen de öğreten de, yorulmak bilmeyen yaratıcı arayışlarında karşılaştıkları zorlukların acısıyla, buldukları, bulduklarını sandıklan düşünce bağlarının sevinciyle gülümseye-cek. Eğitim gülümseyecek. Kültürümüz, hele yaşayışımız, içimiz, yüreğimiz, beynimiz gülümseyecek.

 

 

 

14 Kasım 2020, 11:37 | 790 Kez Görüntülendi.

Yazı Detay Reklam Alanı 728x90

TOPLAM 0 YORUM

    Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorum Yapan Sen Ol.

YORUM YAP

Lütfen Gerekli Alanları Doldurunuz. *

*